BİLGİLER EMEN ZAHİT

Yakup Çetin
0
Gazne’de bilgiler emen bir zahit vardı. Adı Muhammet’di, Künyesi Serrezi. Her gece üzüm çotuğunun ucunu yer, onunla iftar ederdi. Yedi yıl bu haldeydi. Varlık padişahından birçok şaşılacak şeyler gördü. Fakat maksadı padişahın cemalini görmekti. 
O kendine doymuş er, bir dağ başına çıktı. Dedi ki: Ya bana kendini göster, yahut kendimi bu dağdan atacağım. 

Tanrı dedi ki: O ihsanın zamanı gelmedi. Kendini atarsan da ölmezsin, ben seni öldürmem. Şeyh, iştiyakından kendisini o yüce dağdan derin bir suya attı. O canına doymuş er ölmedi. Ölümden kurtulduğuna feryat etmeye başladı. Çünkü bu yaşayış ona ölüm gibi görünmedeydi. İş, onca tersineydi. O, gayb aleminden ölüm istiyor, hayatım ölümümdedir deyip duruyordu. Ölümü, hayat gibi kabul etmede, helakine gönül vermedeydi. 

Ali gibi kılıçla hançer, ona reyhan kesilmiş, nerkisle nesrin, canına düşman olmuştu. Açlıktan da ileri, gizlilikten de ileri duyulmamış bir ses geldi: Yürü ovayı bırak şehre git! Dedi ki: Ey kıldan kıla bütün gizliliklerimi bilen Tanrı, şehirde ne yapayım? Söyle. 

Tanrı dedi ki: Nefsini alçaltman için Abbas-ı Debs gibi rüsvay ol, dilen. Bir müddet zenginlerden para topla, yoksullara dağıt. Bir müddet hizmetin budur. Şeyh, baş üstüne ey canımın sığındığı Tanrı dedi. 

Mahlukatın Tanrısı ile o zahit arasında bir çok sual, cevap birçok macera oldu. Öyle ki yerle gök bunlarla nurlandı. Bütün bu sözler, dillere destan oldu. Fakat ben, bu sözü kısa kesiyorum, her aşağılık kişi, sırları duymasın diye. 

Şeyh Tanrı buyruğunu kabul edip Gaznenin şehrini yüzünün nuru ile aydınlattı. Bir bölük halk, ferahtan ona karşı vardılar. Fakat o acele bilinmez bir yoldan şehre girdi. Şehrin ileri gelenleri uluları hep birden kalkıp onun için köşkler hazırladılar. 

Şeyh ben dedi, kendimi göstermeye gelmedim, ancak horluğa ve dilenciliğe geldim. Dedikoduda bulunmaya niyetim bile yok. Elimde zembil kapı kapı gezeceğim. Buyruk kuluyum buyruk da Tanrıdan. Ben dilencilik edeceğim, dilencilik edeceğim, dilencilik. Dilenirken de duyulamamış sözler söyleyecek değilim. Dilencilerin aşağılık yolundan başka bir yol yordam tutmayacağım. Bu suretle tamamı ile alçaklığa dalayım da ileri gelenlerden de, halktan da kötü sözler duyayım. 

Tanrı buyruğu candır, ben ona tabiim. O, tamah hakkında “Tamah eden alçalır” buyurdu. Mademki din sultanı benden tamahkarlık istiyor, bundan böyle kanaatin başına toprak! O, alçalmamı istiyor, ben nasıl yüceliğe savaşırım? O, dilenci olmamı diliyor, ben nasıl beylik edeyim? Bundan böyle benden yalnız dilencilik ve alçaklık iste. Dağarcığımda yirmi tane Abbas var benim. 

Şeyh, eline zembili almış sokak,sokak kapı, kapı dolaşıyor. Ağam Tanrı için bir şey ver, Hak bu hususta sana tevfik verdi mi ki? Diyordu. Sırları arştan yüceydi, kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü “Tanrı için, Tanrı için” demekti. 

Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar, halktan bir şey isterler. 

“Tanrıya ödünç verin, Tanrıya ödünç verin” derler. İşi tersine yürütürler de “Tanrıya yardım ederseniz Tanrı da size yardım eder” derler. 

Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı. O dilenciliği boğazı için değil Tanrı için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı. Hatta boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz Tanrı nuru ile dopdoluydu. 

Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıdır. O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lale eker. 

Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu arttırır. Tanrı ekmek yiyene “İsraf etmeyin” dedi, nur yiyene “Artık kafi” demedi. O boğaz, iptila boğazıdır, buysa israftan da emin, ileri gidişten de. 

Şeyhin bu hale düşmesi hırsından tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa tamaha uymaz ki. Kimya, bakıra gel kendini tamamı ile bana ver derse bu sözü tamahından söylemez. Tanrı yedinci göğe kadar toprak hazinelerini Şeyhe göstermişti.

Şeyh dedi ki: Ey beni yaratan! Ben aşığım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım. Sekiz cennet gözüme görünür, yahut sana cehennem korkusundan hizmet edersem, ancak kendi selametini arayan bir inanmış kul olurum. Çünkü cennet de bedene aittir, cehennem de. Bir aşık, Tanrı aşkı ile gıdalanırsa yüzlerce beden, onca bir gazel yaprağına değmez. 

O ulu Şeyhin bedeni de başka bir şey oldu, artık ona pek beden deme. Hem Tanrı aşığı olmak, hem de ücret istemek olur mu? Emniyet sahibi Cebrail, hiç hırsızlık eder mi? 

O yaslı Leyla’nın aşkına bile bu alem saltanatı bir zerre göründü. Önce toprakla altın birdi. Altın da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu. 

Aslan kurt ve başka yırtıcı canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba gibi çevresine toplandılar. Çünkü o, hayvan huyundan arındı, temizlendi. Aşkla doldu. Yağı, eti de zehirli bir hal aldı. Aklın şekerler dökmesi, canavarlara zehir olur. Çünkü iyinin iyiliği kötünün zıddıdır. 

Aşığın etini canavarlar yiyemez. Aşk iyilerce de bilinir, tanınır, kötülerce de. Faraza aşığı kurt kuş yese bile eti zehir olur, yiyeni öldürür. Aşktan başka ne varsa her şeyi aşk yer, yutar, iki alem de aşk kuşunun gagası önünde bir taneden ibarettir. Bir tane, hiç kuşu yiyebilir mi? Samanlık hiç atı otlatabilir mi? 

Kulluk ta bulunan da belki sen de aşık olursun. Kulluk bir kazançtır ki, amelle elde edilir. Kul, kulluktan azat olmayı diler. Aşıksa ebediyen azat olmak istemez. Kul daima elbise vergi diler. Aşığın elbisesiyse daima sevgilinin cemalidir. Aşk, söze sığmaz. Aşk, bir denizdir ki dibi görünmez. 

Denizin katralarını saymaya imkan yoktur. Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük bir göl kalır. A canım bu sözün sonu gelmez. Yine zamane Şeyhinin hikayesine dön. 

Böyle bir Şeyh, sokak sokak dolaşan bir dilenci oldu. Aşk, pervasızca geldi, ne yapsın? sakının aşktan. Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer, eritir. Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir. 

Pak aşk, Muhammed’le eşti. Tanrı aşk yüzünden ona “Sen olmasaydın” dedi. Hasılı o, aşktan tekti. Onun için Tanrı, onu peygamberler içinden seçti. Sen, pak aşka mensup olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim? Ben aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim. Gökten daha başka faydalar da gelir. O yumurta gibidir. Bu, civciv gibi ona tabidir. 

Aşıkların horluğundan bir koku alasın diye toprağı tamamı ile hor ettim, ayaklar altına serdim. Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve tazelik verdim. Şu terinden kımıldamayan dağlar da sana aşıkların sebatını söyler. 

Gerçi oğul, o manadır, bunlar suret. Fakat anlayışa yaklaştırmak için lazım bu. Kederi, dikene benzetirler. Dikenin kendisi değildir, bu benzetiş, ancak uyandırmak, anlatmak içindir. Katı gönle taş derler. Gönlün taşla münasebeti yoktur, fakat bir örnektir verirler işte. Düşüncede onun tıpkısı olmaz. Fakat öyle değildir deme de ayıbı benzetişe, anlatışa ver. 

Şeyh bir günde yoksul gibi dört kere bir beyin köşküne gitti. Zembili elinde, Tanrı için canı yaratan, sizden bir lokma ekmek istiyor sözleri dilindeydi. Oğul, bunlar, aklı küll-ü bile şaşırtan, sersem eden tersine çakılmış nallardır. Bey, onu görünce kötü kişi dedi, sana bir şey söyleyeceğim ama bana nekes deme. Bu ne küstahlık, bu ne utanmaz yüz, bu ne çeşit iş? Bir günde tam dört kere geliyorsun? A şeyh, burada seninle mukayyet olacak kim var ki? Ben senin gibi küstah bir dilenci görmedim. Dilencilerin namusunu berbat ettin. Bu yaptığın, ne çirkin Abbaslık? Abbası Debs, senin hizmetkarın olamaz. Bu şom nefis, mülhitte olmasın. 

Şeyh dedi ki: Beyim, sus, ben emir kuluyum. İçimdeki ateşi bilmiyorsun, bu kadar coşma. Ekmek için kendimde bir hırs görseydim ekmek isteyen karnımı deşerdim. 

Yedi yıl bu bedenim, aşk ateşiyle yandı kavruldu. Çöllerde asma yaprağı yedim, onunla geçindim. Hatta taze, yahut kuru yaprak yemeden bu bedenimin rengi yemyeşil oldu. İnsanlar atasının suretinde, perdesinde bulundukça aşılara öyle pek serserice bakma. 

Akıllı fikirli kişiler, kılı kırk yardılar. Heyet (kozmografya) bilgisini elde ettiler. Neyrencat, sihir ve felsefeyi, hakkı ile beslemeyi dilerse de, mümkün olduğu kadar çalıştılar, elde ettiler, bütün akranlarını geçtiler. 

Aşk kıskançlığından kendisini gizledi. Böyle bir güneş, onlardan gizli kaldı. Gündüzün yıldızları gören keskin gözden güneş yüzünü gizledi. Bundan geç de öğüdümü dinle. Aşıları aşk gözü ile gör. 

Vakit dar, can da kuşkuda. Artık, sana özür getirmesine imkan yok. Sen anla da o sözü bekleme. Aşıların gönüllerini az incit. Sen bu neşeyi anlayamamışsın. Bari ahır ol ihtiyatı bırakma. 

Mutlaka yapılması lazım şey var, yapılsa da olur, yapılmasa da olur iş var, bir de yapılmasına imkan olmayan var. Sen bu ikisinin ortasını tut, ihtiyatta caiz olanı gözet ey bu kavme sonradan gelip katılan kişi! 

Şeyh bu sözleri söyleyip hay hayla ağlamaya koyuldu, gözyaşları yeryüzünü ıslatmaya başladı. Şeyhin doğruluğu, beyin içine aksetti. Aşk, her bir görülmemiş çömlek kaynatır durur. Aşkın doğruluğu cansız bir şeye bile tesir eder. Bilen bir kişinin gönlüne dokunsa şaşılır mı? Musa’nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir etti, hatta azametli denize bile dokundu. Ahmed’in doğruluğu ayın yüzüne tesir etti. Hatta parlak güneşin bile yolunu vurdu. 

İkisi yüz yüze verip feryada başladılar. Emir de ağlamaya koyuldu, fakir de. Uzun bir müddet ağlaştılar. Sonra bey dedi ki: Ulu kişi kalk! 

Hazineden ne dilersen al. Bunun gibi yüzlerce ihsana müstehaksın ya, fakat gönlünün dilediğini devşir. O senindir. Neye meylin varsa al. Zaten sana iki alem bile dar gelmede. Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin şeyi al demediler. Ben bu küstahlığa kendi dileğimle kalkışmadım ki bir kavme sonradan gelip katılanlar gibi bu eve girip dilediğimi alayım. 

Bu sözleri bahane edip kalktı. O ihsan, doğru bir ihsan değildi, onun için kabul etmedi. Beyin özü doğruydu, gıllügişi yoktu. Fakat her doğru, Şeyhin gözüne görünmez, o her doğruyu kabul etmezdi ki. Tanrı bana git dilencilik ederek ekmek iste buyurdu dedi. 

O iş eri, tam iki yıl bu işi yaptı. Ondan sonra Tanrıdan emir geldi. Bundan sonra ver, fakat kimseden isteme. Biz sana bu kudreti gayptan ihsan ettik. Kim senden birden bine kadar ne isterse istesin elini hasırın altına sok, çıkar. Bu zahmetsiz hazineden ver. Avucunda toprak altın kesilecektir hemen ver. 

Ne dilersen ver hiç düşünme. Tanrı bil ki sana çoklardan çok ihsanda bulundu. İhsanımızda ne tükenme vardır, ne azalma. Bu vergiden ne pişman oluruz, ne hasret duyarız. Ey dayanılmaz zat, elini hasırın altına daldır da ihsanımız, kötü gözlerden gizli kalsın. 

Hasırın altından avucunu doldur, beli kırılmış dilenciye sun. Bundan böyle ardı arası kesilmeyecek, sonu gelmeyecek olan ihsanımızdan ver. Değerli inci isteyenlere hemen bahşet. Yürü, “Tanrı eli, onların elleri üstündedir” sırrı sana verildi. Tanrı eli gibi sebepsiz, vesilesiz rızk saç. Borçluları borcundan kurtar. Alem döşemesini yağmur gibi yeşert. 

Bu yıl da işi buydu ancak. Din rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi. Kara topar, elinde altın kesilirdi. Hatemi Tay, onun safında adeta bir yoksuldu. 

Yoksul, ihtiyacını söylemese de o bilir, ne kadar ihtiyacı varsa verirdi. O beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa ne fazla, ne noksan, o kadar verirdi ona. Ona ne bildin ki bu kadar istiyor, bunu nereden anladın? Derlerdi. 

Derdi ki: Gönül evi bomboş, cennet gibi nasıl ki orada da (cennette) fakr ve ihtiyaç yoktur adeta. Orada yalnız Tanrı sevgisi var. Onun vuslatı hayalinden başka hiç kimsecikler yok. Ben evi, iyi kötü her şeyden sildim, süpürdüm. Evin tek Tanrının sevgisiyle dolu. 

Orada Tanrıdan başka ne görürsem benim malım değildir, benden bir şey isteyen yoksulun malıdır. Suda bir hurma fidanı, yahut hurmanın kırılıp eğilmiş, yeni aya dönmüş dalı görününce o akis, dışarıdaki fidanın, dışarıdaki dalın aksidir. Suda bir suret görürsen o, dışarıda bulunan şeyin aksidir yiğidim. 

Fakat suyun pislikten arınması için beden ırmağını temizlemek arıtmak şarttır. Bu suretle onda bir bulanıklık ve çer çöp kalmamalı ki yüzün, içine aksetsin görünsün. A adamcağız, bedeninde toprakla karışmış sudan başka ne var? Söyle. A gönül düşmanı, suyu topraktan arıt. Halbuki sen, her an yemekle, içmekle o dereye daha fazla toprak dökmede, o suyu daha fazla bulandırmadasın. 

O suyun içinde hiçbir şeycikler bulunmadığından yüzler, ona akseder orada görünür. Halbuki senin için temizlenmemiş. Evin, şeytanla, adam olmayanlarla, canavarlarla dolu. A eşek, inadından eşeklikte kala kaldın. Nereden Mesih’e ait ruhlardan bir koku alacaksın? 

Orada bir hayal baş gösterse hangi pusudan çıktığını nereden bileceksin? İçteki hayallerin süpürülmesi için beden, riyazatla hayale döner.

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)

#buttons=(Accept !) #days=(20)

Our website uses cookies to enhance your experience. Check Now
Accept !